Live. Fight like hell.

1.5M ratings
277k ratings

See, that’s what the app is perfect for.

Sounds perfect Wahhhh, I don’t wanna

Spor nasıl gidiyor?

Bilal spor nasıl gidiyor? Uzun süredir kimse bunu sormadı. Çünkü sporun iyi gitmediği her halimden belliydi : ) Nasıl desem, uygun şartlar altında herkes biraz koyvermeye meyillidir. Gece iki paket çikolata yiyip çalışmak, tontik bir amca gibi oturduğu yerde takılmak, ne yalan söyleyeyim spor yapmaktan daha kolay gelmişti ilk başlarda.

Ama sağlıklı olmak için kendimizi zorlamamız gerekiyor. Zorlamak derken yanlış anlaşılmasın. Zorlamak ilk aşama için. Kısa süre sonra spor yapmaktan çok ciddi zevk alır hale geliyorsunuz. Çünkü enerjisizlik hiç güzel bir şey değil. Kendinizi buna alıştırmayın.

Sağlık için azar azar antrenmana başladım ama yaptıkça hoşuma da gitti. Gözüme birkaç yarış kestirdim. Merak edenler için ekleyeyim, şöyle bir takvim oldu;

  • 15 Temmuz > Uludağ Ultra Maratonu - 25K
  • 6 Ağustos > Amasra Açık Su Yüzme Maratonu - 3K
  • 16 Eylül > Kaçkar Ultra Trail - 46K
  • 15 Ekim > Uzunetap Fener’den Fener’e - 21K
  • 12 Kasım > Avrasya Maratonu - 42K

Bu listede en sıkıntılısı Kaçkar’daki 46K koşu gibi görünüyor. Çünkü henüz yeteri kadar kondisyon toplayamadan koşmam gerekecek. Büyük hedef Avrasya Maratonu öncesinde beni çok hırpalar ve iki-üç hafta antrenmansız bırakır diye çekiniyorum. Bu sefer havaya girmeden, yarışa ve antrenmana mesafeli yaklaşarak boş geçmeyi düşünüyorum. (İnsan yaşlandıkça akıllanıyor.)

Yoğun spor yaptığım son dönemde yaşadığım overtraining sıkıntısına tekrar düşmemek için biraz mesafeli yaklaşıyorum. Yaptığım antrenmanları ve nasıl hissettiğimi not ediyorum ki yeri geldiğinde kendimi durdurabileyim.

Antrenmanlarım: https://docs.google.com/spreadsheets/d/1Fbxh6WVuYD2eMogrF4j35DhxkkRcm4VaRcZ-3gdo0d8/edit?usp=sharing

Buradan yola çıkarak birkaç önemli prensip edindim.

  1. Gün olarak daha sık, süre olarak daha kısa idman yapmaya çalışıyorum.
  2. Yorgun olduğumu düşünüyorsam hiç uzatmadan o günü boş geçiyorum.
  3. Eğer dinlenerek toparlanamıyorsam kısa recovery antrenmanları yapıyorum. (Bu çok iyi hareket, tavsiye ederim.)
  4. Antrenmandan sonra esniyorum.
  5. Sabah kahvaltı yapmaya ya da en azından besleyici bir şey* tüketmeye çalışıyorum. (Elif, kahvaltı yapmadan evden çıkılmaz derdi de on yıldır dinlemedik.)
  6. Kahveyi çok az tüketiyorum.
  7. Bol bol su içmeye çalışıyorum.

Şimdiye kadar hiç, bir yılın üstünde ara vermemiştim. Bu sebeple spor yapmak ile yapmamak arasındaki farkı ilk kez bu kadar net görebiliyorum. Spor yaptığınızda aldığınız nefes yarıyor, oksijen sayesinde kafanız biraz güzel oluyor. Daha pozitif oluyorsunuz. Bir sıkıntı yaşadığınızda, “en kötü koşarak kaçarım, kimse beni bulamaz” diye düşünüyorsunuz.

Siz de bi’ çılgınlık yapıp yarın akşam yollarda yürüyün, parklarda koşun :)

Notlar:

  • Besleyici bir şey: Mikserde bir muz, iki yumurta ya da protein tozu, ceviz, yulaf ve süt karıştırıp içiyorum.
  • Suyu, bir dilim limon ve bir parça tarçını sürahiye ekleyip günde üç litre içmeye çalışıyorum. Diyorlar ki hem kan şekerini düzenliyor hem de enzim üretimini artırıyor. (Enzim: pozitif enerji demek) Ben faydasını gördüm.
  • Tekrar Avrasya Maratonu’nu koşacağım için çok heyecanlıyım. Bu seferki hedef dört saatin altını görmek. Hızlanmak için antrenman yapıyoruz. Bir paraşüt aldım, arkamıza takıp epey hızlı depar atıyoruz. Çok ciddi idman oluyor. İsteyen olursa veririm bir tur :)


Güncelleme - 1:

Dün ilk yarışı koştuk ve ben yarım bıraktım :’) 25k’lık yarış aslında 21k olarak planlanmış. O-ho-her-türlü-bitiririz dediğim yarışı, en kısa parkur olan 11k varışında bıraktım. Trail koşmak ne kadar zormuş. Attığınız her adıma dikkat etmek zorundasınız. Yoksa sadece tek kişinin koşabildiği patikalarda yerde kalabilir, arkada ciddi bir kuyruk olmasına sebebiyet verebilirsiniz :’)

Keep reading

On yüz bin kayıtlı kullanıcınız bulundu.

Yazmak istediğim birçok şey var. Bunları tarif etmeye, okuyanın anlamaya değer bir şey bulacağı gibi sıralamaya çalıştım ama başaramadım. Sanırım birçok yaşanmışlıktan sonra insanın durumu anlatmaya müsait olmuyor. Üzerine basılmış zeytin tanesi gibi etrafa bakıp oradan oraya dalmak istiyorsunuz. 

İçinde bulunduğum bu ruh hali ne bir depresyon, ne de bir mutsuzluk ile açıklanabilir. Sadece enerjim yok. A noktasından B noktasına gitmek için kullanacağım kinetik enerjiden bahsetmiyorum. Kafamın içinde olması gereken bir şeyler yokmuş gibi hissediyorum. Bir zekam yok. Üzerine düşünebileceğim ilginç bir şey yok. Hatta anlatabileceğim komik anılarımı dahi hatırlayamıyorum şu aralar. 

Daha önce birkaç kez buralarda bulunmuştum. Buralar, pek keyifli yerler değil. 

İnsan, her sorunun cevabını ilk önce kendisinde arıyor. Benzer şeyleri eskiden hissettiğimde de kendimi sorgulamaya başlamıştım. Tek atımlık barutum varmış da insanlar arasında bir yer bulmuşum, sonra barutum bitince yok olmuşum diye düşünmüştüm. Diğer insanların mutlu, benim mutsuz; onların akıllı, benim akılsız; onların ilginç benim sıkıcı olduğumu sanıp üzülmüştüm. 

Kendimi tanıdıkça endişelerim de değişti. Anladım ki bir problem yok. Ne bende, ne de diğer insanlarda herhangi bir problem yok. Sadece enerjim yok. Koşmayı depar atmak sanan beş yaşındaki çocuklar gibi kendimizi bitiriyoruz. Enerjimizi hiçbir şey saklamadan, biriktirmeden, düşünmeden harcıyoruz. 

Geçtiğimiz bir buçuk yılın neredeyse her gününü puhutv ile geçirdik. Evin yolunu unuttuk. Sevdiklerimizi ihmal ettik. Haftada yedi gün, günde on altı saat çalıştığımız zamanlardan bahsediyorum. İhmalimizin ne kadar büyük olduğunu belki biraz daha düzgün anlatabilmişimdir. 

Çok yorulduk. Dinlenip tekrar yorulduk. Herkes adına konuşuyorum; bir işi hayata geçirmek için ofiste yapılan fedakarlıkları anlatsam, içinde üzücü birçok cümle kurmam gerekirdi. 

Bütün bunların arasında, usanmak ve tükenmek için birçok sebep varken, bombalara, politik krizlere, bizi yansıtmayan her türlü kötü gündeme kendimizi kapatıp üretmeye çalıştık. Onlarca insan, lego ile oynamayı seven koca çocuklar gibi kapanıp çalıştık. En çok birbirimiz ile konuştuk. Kendi derdimizi bırakıp yanımızdaki için üzüldük. 

Birlikte olduğum bu insanlar sayesinde puhu, daha sadece üçüncü ayında, yedi yüz bin kayıtlı kullanıcıya, milyon milyon tekil ziyaretçiye ulaştı. On binlerce şahane geri bildirim aldı. Türkiye’nin en çok video izlenen üç platformundan biri oldu. 

Sorsanız, birçok kişi üzülür bu halimize. Çok çalıştığımız için hor bile görebilir. Yaşamak nedir çözemediğimizi, bu sebeple kendimizi eskittiğimizi düşünerek alay dahi edebilir. Bilmiyorum. Belki haklıdırlar bu konuda. Onlara sorsanız, yapılacak çok fazla şey vardır. Bu yüzden aldığımız ile verdiğimiz, kazandığımız ile kaybettiğimiz hakkında çok ciddi tespitler yapılır. 

İnsanlara sormadığımız için çok iyi hissediyorum. Çünkü sorsanız, bir işi yarım bırakmak için bir çok sebep vardır. Mesela küçük işler emek vermeye değmeyecek kadar küçüktür. Büyük işler de ömürden harcamaya değmeyecek kadar büyüktür. Onlara göre hayat kısadır, kuşlar uçuyordur filan. 

Bütün bunların arasında biz nasıl daha iyi olur diye düşünüyoruz. Yapılacak iyi şeyler biriktiriyoruz, kafamızda planlar yapıyoruz ve henüz aklımızda-canlanan-daha-iyi-haline varamadığımız için mutsuz hissediyoruz. Bu, bir hastalık değil. Özel hayatımıza bulaştırmadığımız mesleki bir deformasyon. 

Şimdi enerjimizi geri kazanmak için birkaç kutlama yapmalıyız. Ben mesela müzik dinleyip kitap okuyacağım. Birkaç yarış seçip onlara hazırlanacağım. Yediklerime dikkat edeceğim. Seyahat planları yapıp onların birkaçını ötelenmekten kurtarmaya çalışacağım.

Kısacası toparlanacağım. Düşünmekten ve yaşamaktan tekrar keyif alacağım. Çünkü kötü hissettiğiniz birçok zamanda olduğu gibi, ortada bir problem yok. Sadece enerjimiz yok.

29

Bir yıl daha geride kaldı, biraz şaşkınım bu sebeple. Bir yılın nasıl bu kadar hızlı geçtiğini anlamaya çalışıyorum. Oradan oraya koştururken havalimanında ya da güneş göremeyecek kadar geç çıktığım ofisin otoparkında, vaktimi nasıl geçirdiğimi düşünüyorum. Mirkelam’ın yaptığı gibi, geçip giden zamanları sorguluyorum. 

Doğum günü şımarıklığı ile şikayet ettiğimi sanmayın. Birçok kez söyledim. Fırsat bulmuşken bir kez daha söyleyeyim. Hayat her şeye rağmen çok güzel. İnsan sevdikleri ile birlikte olduğu her anın tadını çıkarmalı. 

Bizler, rastgele savrulan yıldız tozları da olabilirdik. Yaşamın ne demek olduğunu bir saniye dahi göremeyebilirdik. Böyle düşününce yaşamak bir mucize gerçekten, her saniye çok değerli. 

Çok mutsuz uyandığım bir sabah, uyandığında yüzünde güller açan bir bebek görmüştüm. Gülmeden duramıyordu. Meğer bebekler böyleymiş, hepsi yeni bir güne uyandığı için çok mutlu oluyormus. Bebekken mutluyduk, neden sonra mazbut olduk diye düşündüğümü hatırlıyorum. 

Sanırım yaşadığımız günleri beğenmeyi bıraktığımız için oluyor biraz. Pervasızca yaşayamadığımız, düşmesek diye çok uğraştığımız, bu yüzden ayağa kalkmanın tadını hatırlayamadığımız için bu ketumluklar.

Çok sevdiğim bir söz var. Yıllar önce, ben yaşlarda birisi tarafından söylenmiş. Her sabah kendime bunu hatırlatıyorum. 

— Beğenmeye yönelik düşünüyorum genelde. Beğenmiyorum demek çok kolay çünkü. 

Beğenin. Her nefeste beğenin. Çünkü aslolan, eksik ya da tam diye bakmayı bırakıp gönlünce beğenmektir. Bi’ üç yüz altmış beş gün bunu öğrenmek için yaşanır.

Yirmi dokuz. Fight-like-hell. Emegi geçenlere sevgiler. 

Eski çöp evler.

Hayatın en güzel yanlarından bir tanesi, sanıyorum durulmak. Durulmak, onca gürültü arasında, her şeyden ve herkesten bağımsız, kendi kendine düşünebilmek. Kendi istediğini yaşayabilmek ve her nefesten tat alabilmek.

Durulmanın ne olduğunu anlatmak için bir ömür çaba harcayan insanlar olmuş. Yüzlerce, binlerce, belki sorsanız on binlerce yıl öncesinde yaşıyorlarmış.

O zamandan beri insanlar, ister istemez durulmak zorunda olduklarını düşünmüşler. Su içerken tadına varmak için, yediğini anlayabilmek alabilmek için, başkalarının gürültüsü arasında karar almak için, aslında olmayan yüklerden kurtulmak için hep durulmaları gerektiğini hissetmişler. 

Elde edemedikleri şeylere üzülmemeyi ya da elde ettiklerini kaybetme korkusu olmadan sevebilmeyi, ancak duruldukları zaman başardıklarını keşfetmişler.

Gene de geldiğimiz yerde kendi halinde olmak, belki de hiç olmadığı kadar zor olmuş.

Kendi kendime üzüntüsünü hissettiğim şeyler oluyor. Listemde duran ama yıllardır dinleyemediğim albümler. Okuma fırsatı bulamadığım kitaplar. İzleyemediğim filmler. Makaleler.

Uçakta ve yolculukta, gece yatmadan boş vakitte, cumartesi sabahlarında, bir gün işlerden elimi çektiğimde, hepsini bitiririm diye umuyorum. Ama tüketebileceğimden çok biriktirdiğim için yaşadığım sıkıntıyı tarif etmekte zorlanıyorum.

Biriktiriyorum. Sanki beş yıl önce okumak istediğim bir makalenin bugün yapmak istediklerimle, mesleki becerilerimle bir alakası kalmış gibi. Ya da yedi yıl önce eklediğim ama henüz dinleyemediğim albümlerin, bugün beni mutlu eden bir mesele olma ihtimali varmış gibi.

Bir gün benim olacakmış gibi hissettiğim ama hiçbir zaman elde edemeyeceğim her şey için söylüyorum, fuck you all.

Yıllardır takip ettiğim birisi, tekrar tekrar aynı şeyi söylüyor. Daha az sahip olanın, daha hafif hissettiğini bıkmadan tekrar ediyor. Bu sebeple ben de, biriktirdiğim listelerin hepsini, içinde ne vardı diye bakmadan sildim. 

Meğer eski çöp evler, yeni Evernote’lar olmuş.

Sadece bir sırt çantası ile mutlu olan insanlara tekrar selam eder, sevgiyle gözlerinden öperim.

Bitti: 30 gün boyunca kahve içmemek.

Bir challange ile daha karşınızdayız efendim. Bu sefer, en sevdiklerimden, bağımlısı olduklarımdan kahve ile hesaplaştık ve ben kazandım.

Challange accepted. 

Tart’ın hayatımıza kattığı en lanet şey kahve olsak gerek. Kahve ile çalışmanın tadına, filtre kahve kokusuna o yıllarda alışmıştım. Çok yoğun dönemlerde, günde altı-yedi bardak tükettiğim oluyordu.

Geçtiğimiz iki yıl boyunca, ofiste elimin altında sürekli kahve olması sebebiyle, bu tüketim dönemlik bir olaydan çıkıp günlük bir rutine dönmüştü. Oysa bu kadar kafein, insanı huzursuz ediyor. Birçok sebepten, en çok kötü uyku ve yorgunluktan dolayı, otuz gün dişimi sıktım. Biraz da baskı uygulayanlar oldu tabi (.swh)

Challange completed.

Otuz gün boyunca kahve içmedim. İlk bir hafta moral motivasyon olarak zorladı ama sonrasında aramaz, ihtiyaç duymaz oldum.

Uykuya etkisi

En önemli sonuç uyku kalitesinin ciddi şekilde artması. Çok yoğun kahve tükettiğim dönemlerde, sabahları epey yorgun uyanıyormuşum. Bu yorgunluk, çok-güzel-squat-yaptım-çiçek-gibi-ağrıyor yorgunluğu değil. Çok yoğun kahve tüketen kimle konuşsam, aynı yorgunluğu yaşamışlar ve kendisini dayak yemiş olmak diye betimliyorlar.

Kahve içmediğim bu dönemden sonra, üzerimdeki yorgunluğu attım. Resmen gençleştim. Uyku iyileşince, her şey iyileşiyor.

Konsantrasyona etkisi

Benim en korktuğum şeylerin başında, çalışırken konsantrasyon eksiliği yaşama ihtimali olmuştu. Sevdiğiniz bir işiniz varsa, çalışmak çok güzel. Kahve içip çalışmak çok daha güzel.

Şimdi, kahve içip yerinde duramadığınız o zamanlardan farklı bir konsantrasyonum var. İstediğimde çalışabiliyor, istediğimde işi bırakabiliyorum. İş üzerime yapışıp kalmıyor. 

Su tüketimine etkisi

Çok net bir şekilde, artık acayip su içmek istiyorum. Eskiden hiç su içmeden bitirdiğim günler oluyordu. Canım istemiyordu. Ne kadar ayıp ediyormuşum.

Şimdi kana kana su içiyorum, meğer ne güzelmiş. Sabah bir bardak, gece yatmadan bir bardak, gün içinde bardak bardak.

Spora etkisi

Ironman hazırlığı yapmayı düşündüğüm zamanlarda, okuduğum bir kitapta, kamp döneminde kafeinin azaltılması gerektiğinden bahsediliyordu. O zamanlar sebebini anlamamıştım. Çünkü spor öncesi kafeinin olumlu etkisi olabileceğini düşünüyordum.

Fakat uykuya, su tüketimine, haliyle dinlenmeye etkisini anladıktan sonra, yoğun kahve tüketiminin sporcu düşmanı olduğuna karar verdim.

Sonuç

Otuz günlük diyetin ardından, artık sadece Pazar günleri bir fincan tüketiyorum. Eskiden sütsüz şekersiz sevdiğim kahvenin tadı da artık eskisi gibi güzel gelmiyor. Yakında kahve anlayışım white mocha’ya dönecek diye korkuyorum.

Eskiden güne başlamak için kahve içmek zorunda hissettiğim günlere şimdilerde üzülüyorum.

Yardımı geçenler başta olmak üzere, hepinize hörmetler eder, gözlerinizden öperim.

Anonymous asked:

İstanbul'da bir beş yıl yazısı gelecek mi?

Nedense o yazı pek sevilmiş. Bir arkadaşın düğününden sonra, aşırı yüksek promille yazılmıştı. Sanırım bu tarzı İstanbul’a değilde doğum günlerime saklayacağım. Çocuklarım okurken bir hikayesi olsun.

Anonymous asked:

Neden alternatif son?

Alternatif son bir kısa film projesiydi aslında. Sonra kısa hikaye projesine evrildi. Baktım onu da tamamlayamıyorum, en azından blog yazayım, sosyal medyanın genel geçerliğine alternatif olsun dedim.

Her şarkıyı dinleyebilir, geç saatlerde pilav yiyebilirsiniz.

Nereden başlasam bilemiyorum. Biz işten gene geç çıktık. Eve dönmeden pilav yedik. Ben tok dahi olsam, pilav arabası görünce kaşıkla içine atlamak istiyorum. İçimden geçen şey bu. Belki de annem, bizi çocukken pilav arabalarından uzak mı tutmaya çalışıyordu diye düşünüyorum. Dört çocuk sonuçta, hepsi de iştahlı.

Deniz kenarında çay içtikten sonra arabayla eve dönüyorduk. Radyoda çok güzel bir şarkı çalıyordu. Alttan ne kadar da güzel çalıyor, dedim. Telefonu çıkarıp bi’ shazam ateşlemek istedim ama epey konuşuyorduk. Şarkı bunu bölecek kadar güzel miydi emin değildim. Bazen ilk bakışta beğenilen şeyler, devamında insanı hayal kırıklığına uğratabiliyor. 

Telefonu-eline-alıp-konuşmayı-bölen-bitik-insan olmakla ilgili bir hesaplaşma yaşadım. Fakat sonra davrandım. Çünkü şarkı çok güzeldi. Şarjım epey azmış. Köprü yolunun azizliğidir, internet bağlantım edge imiş. Uygulamayı açıp dinletmem çok vakit aldı. Tam ortasında radyodaki şarkı değişti. Uygulamanın ortasında bir yuvarlak döndü durdu. 

Nedense çok heyecan yaptım. Bir hesaplaşma yaşadığım için olsa gerek, aldığım büyük karar kapıdan dönmüş gibi hissettim.

Ümidi kesmişken bir sonuç döndü. Başta doğru şarkı olmadığını düşündük, kesin bir sonraki şarkıyı bulmuştu. Benim telefonumu arabaya bağlamak zor olur diye Barış kendi telefonunu çıkarıp Spotify’ı açtı. Şarkıyı bulup dinledik. Çok da güzelmiş, dedik. Hatta albümden birkaç şarkı daha dinleyip tam uzun yol için diye karar verdik. 

Şarkı çok güzeldi. Tam Pina Colada’lık ama buraya yazmak istedim. Çünkü bu şarkıyı her dinlediğimde akşam konuşulanları hatırlarım diye düşündüm. Üniversite günlerini nasıl yad ettiğimizin, Barış’ın Gizem’le yaptığı tatilin, yeğenim Kaan’ı ilk kez gördüğümde neler düşündüğümün, deniz havasının, yaptığımız iş planlarının, İstanbul’a geldiğimiz günlerin, İstanbul’dan gideceğimiz günlerin, emeklilikte yakın tutacağımız sahil evlerinin ve Yasin’i bu planlara ikna etme çabamızın karşımı bir hatıra oldu bu şarkı.

Bunları hatırlatacak bir şey kaldığı için telefona davrandığıma memnun oldum. Şimdiye kadar tereddütü ile hesaplaşmadığım, sözümona-telefon-ile-kaydetmediğim ve sonucunu öğrenmediğim birçok şey için de pişman oldum.

Unutmadan, istediğiniz her şarkıyı dinleyebilir, geç saatler dahi olsa her istediğinizde pilav yiyebilirsiniz.